23 Ekim 2016 Pazar

Mevlana'nın Mesnevisinin Muhtevası ve Anlatmak İstedikleri

Mesnevi 


Mesnevi, özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.

Bir çok faklı divan edebiyatı şairini mesnevi türünde örnekleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak en çok tanınan mesnevi örneği Mevlana Celaleddin Rumi'nin mesnevisidir. yaklaşık 6000 beyitten oluşan Mevlana'nın mesnevisi sadece ilk 18 beyitini kendi yazmış geri kalan beyitleri Çelebi Hüsamettin'e bizzat yazdırmıştır. 

Mesnevi'nin Orjilani Konya Mevlana Müzesinde Sergilenmektedir.


Mesnevi nazım biçiminde her beyitin iki dizesi birbiri ile uyaklıdır. Mevlana  altı ciltlik Mesnevî'sinde tasavvufi  fikir ve düşüncelerini, birbirine eklenmiş hikayeler halinde anlatmaktadır.

Mesnevi de bulunan hikayeler bir şekilde aşikar olunabilecek kadar popüler hikayelerdir. Yüzyıllar boyunca bu hikayelerin halk arasında anlatılmasıyla birlikte bir çok hikaye popüler olmuş ve rağbet görmüştür. Ancak mesnevinin tasavvuf düşüncesiyle değerlendirilmesi ve hikayelerin başka düşünce biçimleriyle anlaşılmaması mesajını doğru alınması adına çok önem arz etmektedir. 

Sizlere bir kaç mesnevi hikayesiyle örnekler sunmaya çalışalım... 

Kör Dilenci
Kör bir dilenci vardı. Şöyle derdi:
- Ey ahali, bana acıyın, bende iki körlük var. O halde bana iki kat yardım edin.
Halktan birisi:
- Bir körlüğünü görüyoruz. Öbürü nedir, göster, dedi.
- Sesim çirkin, avazım kötü. Körlük ve ses çirkinliği iki kat körlüktür. Sesim yüzünden halkın bana acıması azalıyor. Kötü sesim nereye varırsa bana karşı öfke ve kin meydana getiriyor. Bu iki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi siz de gönlünüze sığdırın, hoş görün.                                                                
Bu sızlanma yüzünden halkın hepsi ona acımaya başladı. Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi, sesinin çirkinliğini örttü.
Böyle birisinin gönül sesi de çirkin olursa, bu üç kat körlüktür.

(Bu hikaye de anlatılmak istenen aslında tasavvuftaki körlük ve ses çirkinliğidir. Gönül güzelliği ise insanın her zaman içinde var olan iman nuruna yani tevhid yolunda yürümek istemek içinde bulunan vicdana işaret etmektedir.
Körlük vahdet halinde olan alemi görmemek ve sadece nefsinin ivedi yararları için çalışmak şeklinde düşünülmelidir. 
Ses çirkinliği ise insanın içindeki art niyet ve nefsani arzuları gerçekleştirmek için olduğu hali temsil eder. 
Mesneviyi tasavvuf düşünce biçimini iyi anlamamış biri okuduğunda hikayelerin çoğunun ne anlattığı hakkın gerçekçi bir fikir sahip olabilmesi neredeyse mümkün değildir. )



Ayının Dostluğu
Bir ejderha, bir ayıyı yakalamış parçalamaya çalışıyordu. Yiğit bir adam, yolda giderken ayının bağırmalarını duydu. Hemen koştu, her ne kadar ejderha daha güçlü idiyse de, o adamın hem gücü hem de hilesi vardı.
Ayı, ejderhadan kurtulunca Ashab-Kehfin köpeği gibi o adamın peşine takıldı. Adam hasta olup yere baş koyunca da ayı onu bırak­madı, başında beklemeye başladı. Oradan geçen birisi:
- Ey kardeş, dedi, bu ayıyla ne işin var? Adam, ejderha olayını anlattı. Bunun üzerine o şahıs:                       
- Ayıya güvenme, dedi, ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir.
-  Sen bunu hasedinden söylüyorsun. Ayıya bakma, bana olan sevgisine bak.
-  Ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir. Benim bu hasedim onun sevgisinden iyidir. Gel benimle bir ol da o ayıyı uzaklaştır git­sin!                                                                                             
- Git başımdan hasetçi herif, kendi işine bak!                        
- Ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya. Başına bir şey gelecek di­ye yüreğim titriyor. Sakın böyle bir ayı ile ormana gitme!
Bu sözler adamın kulağına girmedi:
- Git başımdan, dedi.
- Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine iyilik etmiş olursun.
- Uykum geldi, beni bırak, işine git!
- Benim gibi bir dosta uy da, himayemde uyu. Adam:
- Bu galiba bir katil, diye düşündü, uyuyunca beni öldürecek. Ya da benden bir şey umuyor, bir dilenci.
Adamın yola gelmediğini gören nasihatçi kızarak ve içinden "La havle..." diyerek oradan ayrıldı.
- Ben ona ciddiyetle nasihat ettim, o ise benden daha kötü şüp­helendi, diye düşündü.
Adam da uyuyakaldı. Yüzüne sinek konuyor, ayı da onu kovalı­yordu. Sinek kovulunca kalkıyor, fakat inadına tekrar aynı yere konuyordu. Bu böyle sürüp gitti. Ayı, sineğe kızdı, gitti kenardan ko­ca bir taş getirdi. Sineğin yine adamın yüzüne konmuş olduğunu gö­rünce, o koca taşı sineğe fırlattı. Taş, uyuyan adamın yüzünü param­parça etti.
Ahmağın sevgisi, ayının sevgisidir. Kini sevgisi, sevgisi kinidir. Ahdi gevşek, sözü büyük, vefası zayıftır.

Filozofun Körlüğü
Kur'an okuyan biri, Mülk Suresi'nin son ayetini okuyordu. Yani, "Suyu kaynağından keser, yerin derinliklerinde gizler, kupkuru bir hale getirirse, Allahu Teala'dan başka kim tekrar getirebilir?!" ayeti­ni. Aşağılık ve hor bir felsefeci, okulun yanından geçerken bu ayeti duydu, hoşuna gitmedi. Dedi ki:
- Suyu külünkle biz çıkarırız. Bel ve kazma ile yerin ta dibinden kaynatırız.
Gece rüyasında bir adam gördü, aslan gibi güçlü ve kuvvetliydi. Felsefeciye bir tokat vurdu, iki gözünü birden kör etti.
- Ey kötü adam, dedi, eğer yapabiliyorsan, bu iki göz kaynağını da kazma ve külünkle nurlandır bakalım!
Felsefeci uyandı, baktı ki iki gözü de kör olmuş, görmüyor.
Ağlayıp inlese, tövbe ve istiğfar etseydi, Allah'ın lütfuyla gözleri tekrar görürdü. Fakat tövbe yolu bağlanmıştı.                                       
Kendine gel de, "Nasıl olsa tövbe ederim" diye günah işleme! Tövbeye de bir parlaklık gerek.

Mesnevi verilen örneklerde olduğu gibi hikayelerin şiir biçiminde sunulduğu bir eserdir. Hz. Mevlana ya sorulduğunda mesnevinin ASLINDA BİR KURAN TEFSİRİ olduğunu dile getirdiği yönünde kuvvetli rivayetler bulunmaktadır. 
Mesnevinin ilk 18 beyitini bizzat Hz. Mevlana'nın yazdığından bahsetmiştik. Bu dizeler şöyle

Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben, derdimi dökmem gerek.

Kim ki aslından ayırmış canını,
Öyle bekler, öyle vuslat anını.

Ağladım her yerde hep ah eyledim,
Gördüğüm her kul için dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?

Aynadır ten can için, can ten için,
Lakin olmaz can gözü her kimsenin.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal,
Hem verir Mecnunun aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri, ancak dile.

Gam dolu günler zaman hep aynı hal,
Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal.

Gün geçer yok korkumuz, her şey masal,
Ey temizlik örneği sen gitme, kal!

Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Olgunun halinden ah, anlar mı ham?
Söz uzar, kesmek gerektir vesselam.

Mevlana Celaleddin Rumi (1207 Belh/ 1273 Konya)


ilk 18 beyitin seslendilmiş halini sizlere sunuyoruz. 
Heskese Sevgi dolu Günler...
























16 Ekim 2016 Pazar

Mevlana'nın Aşk Yolculuğu

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî


30 Eylül 1207, Belh - 17 Aralık 1273, Konya), şâir düşünce adamı ve mutasavvıfTasavvufta Mevlevî yolunun öncüsüdür. Mevlana portresini ve Mevlana Türbesini ilk defa yaptıran Prenses Gürcü Hatun ile yakın dosttur. Bilinen tek Mevlânâ portresinin ve Mevlânâ türbelerinin ortaya çıkışı bu şekilde olmuştur.
















Babası, "alimlerin sultânı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır. Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars, Tacik veya Türk olduğu yönünde görüşler mevcuttur.

Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled annesi Mümine Hatun 'dur. Bahaeddin Veled ailesi ile birlikte Belh 'den ayrıldıktan sonra Bağdat 'a buradan da Hac için Mekke 'ye gitmiş ve daha sonra Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu 'ya geçmiştir. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende 'ye ( bugünkü Karaman ) geldi. 1225 yılında oğlu Hz.Mevlana 'yı Gevher Hatun 'la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad 'ın daveti üzerine 1228 yılında Hz.Mevlana ile birlikte Konya 'ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz.Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi 'ye 9 yıl süreyle müritlik etti. (1232-1241) Bazı kaynaklarda Hz.Mevlana 'nın öğrenimini ilerletmek için Şam 'a gittiği söylenir. Muhakkık-i Tirmizi 'nin ölümünden sonra Hz.Mevlana medreselerde bir süre ders vermiştir. Verdiği dersler Selçuklu Sultanı ve vezirleri tarafından da takip edilmiştir. 1244 'de Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz.Mevlana 'nın hayatı değişmiş ve sahip olduğu ilmin yanında, O 'nu bir gönül adamı yapmıştır. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz.Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam 'a gitti. Ancak Hz.Mevlana 'nın ısrarlı davetleri üzerine 9 ay sonra Konya 'ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi 'nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz.Mevlana 'nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam 'a gittiği yolunda görüşler vardır. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi 'yi seçti. Hz.Mevlana 1273 yılında Konya 'da vefat etti.






Mevlana'nın Mesnevisinden ve Divan-ı Kebirden şiir örneklerinin olduğu şiir dinletimizi takdim ederiz...
















15 Ekim 2016 Cumartesi

Kadılıktan Dervişliğe Yokluğa Yolculuk - Yunus Emre

Yunus Emre, hayatını Anadolu yöresinde sürdürmüş en büyük Türk ozanlarından biridir. Kendisi, 13. ve 14. yüzyıllarda yaşamış olsa da, günümüzde şiirleri hemen hemen herkes tarafından bilinmekte ve sevilmektedir. Hayatı hakkında çok fazla bilgiye ulaşılmayan Yunus Emre Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmaya ve Anadolu Türk Beyliklerinin kurulmaya başladığı dönemden, Osmanlı Beyliğinin kurulmasına kadar geçen sürede yaşamış bir halk şairidir.

Onun yaşadığı yıllarda Anadolu’da Moğol istilasının etkisiyle iç kavgalar, siyasi zayıflık, kıtlık, kuraklık gibi çok zor günler yaşanmaktaydı. Yunus Emre mezhep ve din ayrılıklarının da olduğu böyle bir dönemde Allah sevgisini, din ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini yaymaya çalışarak Türk – İslam birliğinin kurulmasında büyük bir rol üstlenmiştir. Uzunca bir süre Hacı Bektaş – i Veli dergahında hizmet eden Yunus Emre insanları asil, garip, zengin, fakir, Hristiyan, Müslüman ayrımı yapmaksızın, derin bir sevgiyle severdi.

Yunus Emre, bulunduğu dönemin en başarılı şairlerinden biridir. Tamamen halka hitap etmiş ve sade bir dil kullanmıştır. Şiirlerinde daha çok konuların öne çıkmasını tercih eden başarılı bir tasavvuf şairi olan Yunus Emre, günümüzde hala en çok okunan şairler arasındadır.

Yunus Emre şiirlerinden bazı örnekler sunduğumuz videomuzu paylaşıyoruz. 



Yunus Emre Nerede Doğmuştur?
Yunus Emre'nin Hayatı